Zülfikar Doğan; Ekonomik istikrarın temel koşulu, siyasi istikrar değil mi?

Bigpara Haber
Önce Çankaya ile Hükümet arasında, Kamu Bankaları KHK`sı ile gündeme gelen kriz, ardından TBMM açılış töreninde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer`in konuşmasına sessiz kalan, küsüp alkışı esirgeyen iktidar tavrı.Ardından üniversitelerin akademik yıl açılış törenlerinde yapılan konuşmalarla başlayan tartışmalar ve nihayet Genelkurmay Başkanlığı`nın `esef` açıklaması.Şimdi kurumsal olarak bir `kriz üretim merkezi `KÜM` kurulsa ve buraya kadrolu elemanlar alınıp, her gün bir kriz yaratmaları istense, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar bu kadarını beceremezler.Türkiye yıllardır, neden bir türlü ekonomisini, eğitimini, sosyal güvenliğini, bütçesini, vergi sistemini, maliyesini, yargı sistemini ve daha pek çok temel toplumsal alanını rayına oturtamıyor? Siyasette istikrarı sağlayamadığı için değil mi? Hele, hele ekonomik istikrarın en temel, vazgeçilmez koşulu siyasal istikrar değil mi? Tabii ki siyasal istikrar. 18 Nisan 1999 seçimlerinden sonra Türkiye`de bu istikrarın yakalandığı düşünülerek sevinilmişti. Ezici çoğunluğu olan bir üçlü koalisyon iktidarı. Ayrıca, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, `uzlaşmaz - karşıt` görünen siyasal partiler, görüşlerin koalisyonu, birlikteliği.Bu istikrar umutlarını daha da pekiştirmişti. Artık iki yılda bir erken seçimlerin ülke gündeminden kalktığı en azından üç - dört yıllık kesintisiz bir hükümet devrinin, siyasette sorunsuz ve istikbalin görülebildiği bir dönemin başladığı konusunda ülke insanları ekseriyetle ittifak halinde idi.Peki, artık onuncu ayına girdiğimiz 2000 yılının başından bu yana yaşananlar nedir o zaman?Türkiye zor bir ekonomik programı, geniş halk kitlelerinin özverisi pahasına uyguluyor. İnsanlar, gönülsüz de olsa, kızsalarda, tepki de gösterseler uygulamalara bir yerde rıza gösteriyorlar.Enflasyon önceki gün açıklanan Eylül ayı rakamları ile, 13 yıl aradan sonra ilk kez yıllık yüzde 50`nin altına iniyor.Dövizde spekülasyon nerede ise bitmiş. Merkez Bankası hemen herşeye hakim konumda. 2002 sonuna kadar dövizin istikbalini görmek, kestirmek mümkün. Hazine, borçlanması daha uzun vadeye yayılıyor, faizler iniyor. Tahayyül bile edemeyeceğimiz yüzde 10`lu, 15`li enflasyon rakamlarını konuşuyoruz, umut ediyoruz.Bütçede yıllar sonra keyifle `denkliği` konuşur duruma geliyoruz. Bunların olabileceğini düşünüyoruz. Yapılması gereken reformlar, dizi dizi orada duruyor.Bir ülke düşününüz ki, mali sektörü, bankaları nerede ise 20 - 25 yıldır sürekli kanıyor. Onlarca banka batıyor. Milyarlarca dolar yitip gidiyor. Yüzlerce banker vurgun yapıyor, bugünün değeriyle yine milyarlarca dolar gidiyor. Aslında gitmiyor. Bu paralar buharlaşmıyor. Bir yerlerde, birilerinin cebinde kasasında duruyor. Ev olarak, yat, kat olarak zenginlik olarak duruyor.Devlet, halk bütün bu milyarlarca dolarlık kanamayı sineye çekiyor. Ödüyor, ödeyemiyor, parasını alıyor, ya da alamıyor. Ama neticede giden gidiyor. Bütün bunlara rağmen, bunca vurguna, soyguna, hırsızlığa, rağmen, bu ekonomi ayakta duruyor. Üretiyor, ihracat yapıyor, istihdam yaratıyor.Bir ülke düşününüz ki, 15 - 20 yıldır terörle mücadeleye 100 milyar doların üzerinde kaynak ayırıyor. Komşularının hepsi birbiriyle, ya da başka ülkelerle sorunlu. Kimi ambargo altında, kimi terörist ülke listesinde. Ticareti duruyor, ihracatı duruyor. Bir hesaba göre bu uygulamalarda hiç bir kusuru olmadığı halde, o ülkenin zararı, kaybı 50 - 60 milyar dolar.Yine o ülkenin ekonomisi ayakta. Yine insanları çalışıyor, fabrikaları üretiyor, ihracat yapıyor, namerde muhtaç olmaksızın, ekmeğini, aşını, sebzesini, meyvesini kıtlık yüzü görmeksizin buluyor, yiyor, yediriyor, giydiriyor.Pek çok ülkenin toplam nüfusundan fazla gencini okullarında, üniversitelerinde bedava okutuyor. Böyle bir ülkeyi hayal edin demiyoruz. Bu ülke var, mevcud ve bizim ülkemiz, Türkiye!Dört bir yanından içi karıştırılmaya, nifak sokulmaya, başının beladan kurtulmasına izin verilmemeye çalışılıyor. Buna rağmen, herşeyin üstesinden gelme yeteneğinde, becerisinde.Onun için kimi büyük ülkeler bile çekiniyorlar, ürküyorlar. Türkiye, hep hasta olsun, düşkün olsun, muhtaç olsun istiyorlar.Türkiye, kendi milyar dolarlarını oraya buraya kaptırırken, hırsıza, vurguncuya, soyguncuya gitmesine çaresiz baka kalırken, üç - beş milyar doları borç olarak vermek için ülkenin anasından emdiği sütü burnundan getirip, binbir şart ileri sürüyorlar. Bütün bunlara rağmen, ülke ayakta, ülke capcanlı, dipdiri. Bu haliyle bile istikbal vaad ediyor.Ama ülke dışarıdakilerin yapamadığını, içeride kendi yetenekleriyle (?) beceriyor. Kriz üstüne, kriz üretip, günlerini, aylarını, yıllarını bu krizleri tartışarak, gerginlikler içinde, küskünlükler içinde tüketiyor.Hem içeride, hem dışarıda `borç namustur` deyip, borçlarını son kuruşuna kadar sektirmeden ödüyor. Oysa pek çok ülke `ödemiyorum, canımı mı alacaksın` dediğinde, hem borçlarını siliyorlar, hem de üste para veriyorlar.Onurlu, gururlu ülke, kendi aç kalıyor, ama borcunu ödüyor.Bütün bunlardan varmak istediğimiz nokta nedir, diye sorarsanız basit ve sade bir sonuç. Bu ülke, kriz yaratma, üretme alışkanlığından vazgeçse, en başta da siyasetçisi, günlük kriz sevdasından, histerisinden kurtulsa, emin olun kimse tutamaz.Ayağımıza bağ olan yine biz kendimiziz. (FİNANSAL FORUM)

Diğer Politika Haberleri